Gelenek ve Yeni Türk Şiirinde Gelenek Sorunu
Bir toplumda geçmişten beri var olan, sürdürüle gelen kültürel miras, alışkanlıklar, bilgi, töre, davranış kalıpları gibi unsurlara verilen ad olan gelenek (an'ane, tradition) özellikle sosyal bilim alanlarında modern dönemlerin anahtar kavramlarından birisi halini almıştır.
Edebiyatta da gelenek birçok tartışmanın odağını
oluşturmuştur. Edebiyatta en geniş anlamıyla tür, biçim, konu vb. her türlü
unsurun bizden önceki sanatçılardan kalan eserlerdeki toplu özellikleri,
klasikleşmiş eserlerin her türlü özellikleri gibi anlamlar içeren gelenek,
modern dönemlerle birlikte yaşayan edebiyat için ne ölçüde ve nasıl bir işlev
gördüğü noktasında tartışmaların konusu olmuştur. Öte yandan gelenek ile klasik
kavramı arasında da ilişki kurulmuştur. Bu, geleneğin besleyici, yol gösterici,
hatta buyurucu yönünü oluşturur. Çünkü yeni şair için örnek olma özelliği
taşır.
Oysa XIX. Yüzyılın ortalarından itibaren yeni Türk şairi,
gelenek olarak neredeyse yalnızca Divan edebiyatını anlamış ve onunla bağını
kopararak bir yeni edebiyat oluşturmak istemiştir. İşte Cumhuriyet dönemi Türk
şiiri bu deneyimlerin izinden, gelenekle ilişkili sorunu ile karşı karşıya
kalmıştır. 1950'lere kadar bu sorun", yukarıda bildirttiğimiz ideolojik
yaklaşımla reddedilmek biçiminde ortaya konulmuştur.
Öte yandan gelenek ile klasik kavram arasında da ilişki
kurulmuştur. Bu, geleneğin besleyici, yol gösterici, hatta buyurucu yönünü
oluşturur. Çünkü yeni şair için örnek olma özelliği taşır. Buna karşılık her
yeni şair kendi farkındalığını da ortaya koymak ister. Aslında çalışma noktası
da burasıdır. Hem gücünü ispatlamış genel bir kabul görmüş eserler arasında
kendi eserinin de yer almasan istemek hem de onlar arasında farklılık
oluşturmak, şairin kaçınmayacağı paradoksal bir durumdur. Bütün bu söylenenlerden
geleneksel eserin maziye ait, bugün için yalnızca hatıra değeri taşıyan bir
nesne olmadığı aksine geleneğin bugünü yapan etkenlerin başında geldiği
anlaşılmaktadır. Üstelik dönem dönem söz varlığı konuları biçimi değişse de
geleneğin üzerinde aktığı dil sisteminin birleştiriciliği düşünülürse
geleneksel ile modernin birbirinden kopmasının söz konusu olmayacağı da
açıktır.
Yahya Kemal: Gelenek ve Gelecek Arasında
1950'den sonra dünya klasiklerinin çevrilmesi, modern dünya
şiirlerinin yakından tanınması gibi etkenlerin de etkisiyle, şiirler tek tek
ve/veya grup olarak geleneksel edebiyata ilgi göstermeye başlamışlardır. Bu
ünitede ele alacağımız bu ilgi, genel olarak Türk modern edebiyatında Yahya
Kemal örneğinden geçerek farklı yansımalarla ortaya çıkmıştır.
Nitekim Türk şiirinde 1950'lerden itibaren geleneğe
yaklaşımlarda Yahya Kemal bir geçiş noktası işlevi görmüştür. Bu tarihten
sonraki şiirimizde, çizgisel bir devamlılık gösteren geleneğe yaklaşımları üç
ana kategori oluşturur
Hisar grubu şairleri olarak anılan ve aynı adlı dergi
etrafında toplanan çizginin daha çok biçimsel özellikleri sürdürmek ve geçmişe
duygusal bağlılık anlamanda geleneğe yaklaşımı
Behçet Necatigil ile başlayıp Hilmi Yavuz'dan geçerek 80
sonrası kuşağa ulaşan çizginin poetik yararlanma ve beslenme açsından geleneğe
yaklaşımı
Sezai Karakoç'la başlayıp Ebubekir Eroğlu ve 80 kuşağının
kimi şairleri tarafından izlenen çizginin ise geleneği bir uygarlık özü olarak
görüp modern şiir yapısına bu özü katma tutumu içerisindeki yaklaşımları
Hisar Gurubu Şairleri
Hisar topluluğu, 1950-57 (75 sayı) ve 1964-80 (202 sayı)
yılları arasında toplam 277 sayı olarak Ankara'da yayımlanan Hisar dergisi
etrafında toplanan edebiyatçıların oluşturduğu bir gruptur (Emiroğlu,
2000:102,111).
Bu dergi etrafında oluşan topluluğun Garip akımına karşı ilk
sistemli tepkiyi verdiği belirtilir (Emiroğlu, 2000:76). Bu tepkinin bir
bildiri biçiminde ortaya çakmaktan çok Garipçilerin geleneğe ve geleneksel
poetik ögelere karşı çıkışına tepkisel bir tavır takınmak şeklinde ortaya
çıktığı anlaşılmaktadır.
Hisar topluluğu şairlerini, dergiye sonradan katılan fakat
özellikle hamasi söyleşişte yakaladığı ustalıkla dikkati çeken Yavuz Bülent
Bakiler'in bir şiirinden örnek vererek tamamlayacağız;
Ey Anayurdumun sevimli, ürkek,
Balaban bakışlı kızları,
Düşündünüz mü hiç sokaklara düşerek
Dolaşıp duran yalnızları.
("Çağrı")
Geleneğin Estetik Gücü: Behçet Necatigil-Hilmi Yavuz Çizgisi
Geleneğe yaklaşım biçimleri arasında kendisine özgü bir tarz
üretmiş olan Behçet Necatigil (1916-1979), 1930'ların ortasından itibaren
yayımlandığı şiirlerinde sürekli değişiklikler yaparak modern Türk şiiri
içerisinde kendisine yer edinmeyi başaran bir şairdir.
"Necatigil'in eski Edebiyatı'mızdan konu bakımından iki
tarzda yararlandığı görülüyor. Bunlardan birisi eski şiirlerdeki dize veya
beyitleri aynen alıp özgün şekilliyle ve tırnak içerisinde göstererek kendi
şiirine monte etme metodudur. Daha çok başvurduğunu gördüğünüz diğer metot ise
bir eski şairin tema, dize veya beytindeki kavramı açık veya gizli bir şekilde
imlemektir.
Geleneğe Necatigil'in yaklaşımına benzer bir tutumla
yaklaşan bir başka şair de Hilmi Yavuz'dur (1936). Şiirlerini Bakış Kuşu
(1969), Bedreddin Üzerine şiirleri (1975), Doğu şiirler (1977), Yaz şiirleri
(1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri(1987), Söylen şiirleri (1989),
Ayna şiirleri (1992), Çöl şiirleri (1996), Akşam şiirleri (1998), Yolculuk
şiirleri (2001), Hurufi Şiirler (2004) adlı kitaplarında ve ayrıca 2005'e kadar
yazdığı bütün şiirleri içeren Büyüsün Yaz (Toplu şiirler, 2006)kitabında
yayımladı. Şiirin 'yapılan bir şey olduğuna inanan Yavuz'un şiir anlayışındaki
en önemli kavramlardan birisi, "sahih "olamaz. Ona göre bu kavram,
şairliğin ölçütüdür. Bir şair büyük olabilir, ama gelenekten yararlanmıyorsa
"sahih" olamaz. Entelektüel tarihimiz bize geleneksel ile modernin
aynı zamanda edinilmesi gerektiğini dayatıyor." diyen Yavuz, şiirinde de
bu sentezi bağdaştırmaya çalışmaktadır. Gelenekçi bir kimlik olarak gören Hilmi
Yavuz, kavram>, "değişenin içinde değişmeyeni çıkarmak bulmak"
biçiminde tanımlar. Böylece Yahya Kemal'in imtidat kavramını esas alır.
Geleceği Yeniden Üretenler: Sezai Karakoç Çizgisi
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde gelenekle ilişki kurma
bakmandan dikkati çeken bir üçüncü çizgi, (şiirinin asıl özellikleri
konusundaki inceleme, kinci Yeni şairlerinin ele aldığı 7. Ünitede yapılacak
olan) Sezai Karakoç'un başlattığı akımdır.
Görüldüğü gibi Sezai Karakoç'un gerek genel olarak gelenek
kavram konusundaki, gerekse şair geleneği bağlamındaki düşünceleri bundan önce
bu bağlamda ele alınan şairlerden oldukça farklıdır.
Nitekim bu anlayış üzerine kurulan şiirlerinde de o,
geleneği bir uygarlık özü olarak modern şiirin yapı imkânlar içerisinde
değerlendirilmiştir. Başta Hızırla Kırk Saat (1967) kitabı olmak üzere onun
şiirleri geleneksel kültür birikiminin bugünün insanı için diriltici bir faktör
olarak kullanılmasını hedefler. Bu yüzden klasik Arap, Fars ve Türk
şiirlerinden onlarcası tarafından incelenmiş olan Leyla ve Mecnun hikâyesini
bugünün dili ve şiir formu içerisinde yeniden ele almaktan çekinmez: Leyla ile
Mecnun (1981). Diğer şiirlerinde de Kur'ân, Hadis gibi İslam dininin kaynaklarından
başlayarak geleneksel kültür unsurlarını sık sık işler "Fecir
Devleti" adlı şiirinin başındaki şu dizeler, yukarıda özetlenen
düşüncelerin şair diliyle ifadelendirilmesi gibidir:
Taş-ses mercan kitap doğurgan yara
Fırtına öncesi bir uygarlık
(Karakoç, 2000:415)
Bütün bu düşünce birikiminin üzerine kurulan şiirlerinde
Eroğlu, özellikle tasavvufi duyarlılık bakımından eskilerin şiirlerindeki özü
kendi şiirinde yeniden üretmeye çabalamıştır.
Geleneğe yaklaşımın bu çizgisine eklenebilecek başka şairlerde
bulunmaktadır. Düşünce bakımından Sezai Karakoç çizgisinde bulunan M. Akif İnan
(1940-2000), burada andımız diğer şairlerden farklı olarak biçimde Divan ve
halk özelliklerini sürdürmeye çalışmakla dikkati çekerken, Divan şairini
ustalıklı bir şekilde Milletlerarası ilişkiler bağlamında kullandığı ve bu
şiire biçim ve ses bakımından yakın duran ve yer yer ironik bir edanın da eşlik
ettiği şiirleriyle Hüsrev Hatemi, kendine özgü bir söyleyiş geliştirmiştir.
Görüldüğü gibi Sezai Karakoç'un gerek genel olarak gelenek
kavram konusundaki, gerekse şiir geleneği bağlamındaki düşünceleri, bundan önce
bu bağlamda ele alınan şairlerden oldukça farklıdır Nitekim bu anlayış üzerine
kurulan şiirlerinde de o, geleneği bir uygarlık özü olarak modern şairin yap
imkânlar içerisinde de değerlendirilmiştir. Başta Hızırla Kırk Saat (1967)
kitabı olmak üzere onun şiirler geleneksel kültür birikiminin bugünün insanı
için diriltici bir faktör olarak kullanılmasını hedefler. Bu yüzden klasik
Arap, Fars ve Türk şairlerinden onlarcası tarafından işlenmiş olan Leyla ve
Mecnun hikâyesini bugünün dili ve şiir formu içerisinde yeniden ele almaktan
çekinmez: Leyla ile Mecnun (1981). Diğer şiirlerinde de Kur'ân, Hadis gibi.
islam dininin kaynaklarından başlayarak geleneksel kültür unsurlarının sık sık
işler. "Fecir Devleti" adlı şiirinin başındaki şu dizeler, yukarıda
özetlenen düşüncelerin şiir diliyle ifadelenmesi gibidir: